Değerli basınımız çoğu zaman olduğu gibi konuyu magazinleştirdiğinden, asıl tartışılacak konu güme gitti. Temmuz Ayında öne çıkan bir haber Mısır vizesinin gecikmesine bağlı ölüm tehlikesiyle başladı vize alındıktan sonra şöyle sunuldu:
“Antalya’da, 15 Temmuz günü sihirbazlık gösterilerinde kullandığı ‘kobra’ cinsi yılan tarafından ısırılan, Türkiye’de serumu olmadığı için özel uçakla Mısır’a götürülen ünlü gözbağcılık sanatçısının tedavisi Kahire Üniversitesi’ne bağlı Qasr El Eyni Hospital’da devam ediyor. Dün saat 16.30’da hastaneye götürülen sihirbaza, Mısırlı sağlık ekipleri müdahale etti. Yılan ve olayın oluş şekli hakkında bilgi alan doktorlar, daha sonra müdahaleye başladı. Yılanın ısırdığı sağ kolunda his kaybı yaşayan hastaya tedavisi boyunca 24 tüp yılan serumu verileceği kaydedildi. Doktorlar, kobra ısırması tedavisinde normalde 15 tüp serumun yeterli olduğunu, ancak gözbağcının vücudundaki zehir miktarının fazla olması nedeniyle verecekleri doz sayısını artırdıklarını açıkladı…”
Önce geçmiş olsun diyelim ünlü sihirbaza. Rahmetli Ninem kızdığı birisine minneti olmadığını belirtmek istediğinde:
-Yılan beni soktu da tiyrek sende mi, derdi.
“Tiyrek” dediği tiryak; yılan panzehiri ya da serumu. Çok eski dönemlerde elinde tiryak bulundurduğuna inanılan birilerine çaresiz minner edilir, boyun bükülürmüş. Hemen her kentte “tiryakzadelik” işini yükümlenen bir aile, tiryakın sırrını kimseye vermez, nasıl hazırlandığını öğretmez, sır babadan oğula geçermiş. Burada vurgulamakta yarar var. Bizim halk yılan sokmasından söz eder. Yılan ve örümcek sokmaz, ısırır. Akrep ve arı sokar!
Ortaçağ’da da kimi derebeyilerin ve kralların elindeki “tiryak” taşları, tılsımları ya da iksirleri çok meşhurmuş. Elde etmeye, çalmaya, bileşimini öğrenmeye çalışılırmış. Savaşlarda tazminat olarak istenirmiş…
Bizde yılan öldürme eğilimi yüksektir. Çoğu zararsız ve üstelik faydalı da olan bu canlılara karşı bir hıncımız vardır. Kökü Şahmeran söylencesine kadar gider. Başını “küçükken ezmeyi” öğütleriz. Bu sözün mecaz anlamından çok düz anlatımını geçerli kılarız. Kısacazı yılan öldürmeyi bir hak, bir marifet sayarız. Gelişmiş ülkelerde ucu çatallı bir deynekle dolaşırlar yılanlı bölgelerde. Yılan yollarıına çıkarsa bu çatalı başlarının altından geçirir yollarının dışına atarlar. Kamplara giden herkes bu konuda eğitimlidir. “Yılanı öldürmezler!” Büyük yılanların bölgelerinde ancak deneyimli rehberler ve özel koşullarda dolaşılır. Endonezya’da tsunami felaketinde çalışırken ölü bir anakondanın yuttuklarını görmüştüm. En iyisi hiç söz etmemek. Birilerinin anakonda ithaline yol açmak istemem!
Tiyreakzade tiryaklarının etkileri ise aslında “tevatür”. Ünlerini daha çok Anadolu’daki yılanların çoğunun zehirsiz olmasına borçlular. Simyacıların önemli uğraşlarından biri tiryak iksirleri, panzehirleri elde etme çabasıydı.
Benim sağlık müdürlüğüm zamanında bu tür serumların eczanelerde bulundurması gerekiyordu. Ancak kullanım süreleri dolup atıldıkça ortaya çıkan zarar nedeniyle kimse bulunduramayınca il sağlık müdürlüğünde özel koşullarda saklanmaya başlamıştı. Tek tek bütün acil sevişlere ikmal yapılması çok zordu.
Yılanlı bölgelerde çalışmaya gidenler, bu bölgelerdeki şantiyelerde çalışanlar ulaşılabilir merkezlerde bulundurulan “evrensel panzehirlerle” tedavi edilir. Ulaşılması güç yerlerde bulunacaklar serumun taşınması ve kendilerine uygulama konusunda eğitilir.
Eskiden ilkyardım kitaplarında zehirli yılanlarla zehirsiz yılanların farkı öğretilmeye çalışılırdı. Bölgedeki tüm yılan türlerinin zehrine etkili “evrensel serum” çıktıktan sonra bunlara gerek kalamdı.
Yukarıda söz konusu edilen haberle ilgili olarak bilim insanlarından bir başka uyarı daha geldi:
“Yurtdışından getirilen türlerin panzehiri Türkiye’de bulunmamaktadır. Satılamayınca kanalizasyona atılan bu tip yılanlar önümüzdeki yıllarda evlere girebilir!”
Her neyse derdim bunları anlatmak değil. Konunun gündeme getirilmeyen yönü üzerinde durmak:
–Kobranın bu ülkeye girmesine kim izin verdi?
Gelişmiş bir ülkede ister ticari ister başka bir amaçla ısırması halinde “eldeki evrensel serumun etkisiz kalacağı” bir yılan ülkeye giremez. Bilimsel çalışmalar vb. için gerekli ise ısırılma durumunda tedavi olanaklarının hazır olduğu kanıtlandıktan sonra sokulur.
-Uygun yaşama koşulları sağlayamayacağınız bir hayvanı da ülkeye sokamazsınız. Şaka değil gerçekten öyle.
Muhabbet kuşları ülkemizin kuşu değildi. Bir papağan türüdür ve ülkemizde kafes kuşu olarak yaygınlaşmış ancak kafesten kaçanların çoğalmasıyla doğal ortamda sürüleşmiş, kalabalık bri topluluk oluşturmuşlardır. Londra’da da böyle bir muhabbet kuşu toplumu oluşmuştur. Bu hayvanların besin zincirinde kendilerine yer bulmaları kaçınılmazdır. Ülkemizde ekilen yer fıstıklarını yemeye bşladılar. Gaga yapıları buna çok uygundu. Çiftçi buna zehirli yemle yanıt verdi. Benim gördüğüm ölü muhabbet kuşu tepelerini görseydiniz ağlamadan edemezdiniz. Zehrin çevre kirliliği etkisi caba. Yılan içinde böyle olabilir, pitbull için de!
Alın size yukarıdaki haberin devamı:
“Antalya Beldibi Jandarma Karakolu’nu 3 yıl önce arayan bir kişi, gözbağcılık sanatçısının sosyal medya hesaplarında, evindeki kaplan ile fotoğraflar paylaştığını belirterek ihbarda bulundu. İhbar üzerine jandarma ekipleri, durumu Antalya Doğa Koruma ve Milli Parklar Bölge Müdürlüğü ekiplerine bildirdi. Kemer ilçesi Beldibi Mahallesi’ndeki eve giden Doğa Koruma ve Jandarma ekipleri, o dönem 8 aylık olduğu belirlenen ve nesli tükenme tehdidi altında bulunan Bengal kaplanına ‘Vahşi hayvanların ev ortamında bakılmasının ve bir ilden başka bir ile nakledilmesinin yasak olması’ nedeniyle el koydu. Doğa koruma ekipleri, kaplanı yediemin olarak Antalya Hayvanat Bahçesi’ne teslim etti. Kaplanın burada yapılan muayenesinde ayak tırnaklarının çekildiği belirlendi.”
Ülkemizde timsahlar, kaplanlar, boynu demir tasmalı maymunlar, çeşitli yılanlar evleri doldurmaya başaldı. İnsanlar bunları ceplerine mi koyup getiriyorlar? “Vahşi hayvanların ev ortamında bakılmasının ve bir ilden başka bir ile nakledilmesinin yasak olması” evler dolup taştıktan, birileri parçalandıktan sonra mı aklımıza gelecek?
Artık hayvanat bahçesi adı altında zavallı hayvanlara kafeslerde işkence etmenin çağı çoktan geçti. Eskiden bir eğitim aracı olarak hoş görülüyordu hayvanat bahçeleri. Şimdi belgesel kanallarının en kötü filmleri bile bu zavallı tutsak hayvanlara fındık, fıstık uzatmaktan daha öğretici.
cevresagligi.org’da yayımlanan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir