SAPTIRSALDIR (AD HOMİNEM) / ÇAĞATAY GÜLER

“Saptırsaldır” Latince “ad hominem” teriminin karşılığıdır ve “bir kişinin savlarını çürütmek amacıyla onun kişiliğine, dünya görüşüne, inançlarına ve değerlerine saldırmak” anlamına gelmektedir. Latince “argumentum ad hominem” aslında “kişiye muhalefet, kişiye karşı tartışma” demektir. Kimi kaynaklarda “kişilik saldırısı”, “kişilik safsatası” olarak geçerse de tartışmaları yozlaştırmaya yönelik bir istismar tekniği olarak kullanılması halinde “saptırsaldır” ya da “saptırsaldır saptırması” karşılığı daha uygundur. Günümüzde olduğu gibi “politik bir marifet”, bir “kaşarlanmış politikacı hilesi” olarak kullanıldığında yapanın yoz karakterini gösteren bir “saptırmadır”. İngilizce bazı kaynaklarda “kuyu zehirleme” ifadesine de rastlanır. Suyu içilemez, tartışmayı sürdürülemez hale getirmektedir.

Mizahi olarak aşağıdaki espride özetlenebilen bir yaklaşımdır:

“Einstein:

-E=MC2

-Hayır, olmaz!

-Neden olmaz?

-Çünkü sen Yahudi’sin!”

Bir tartışmacı bir sav ileri sürdüğünde karşısındakinin bu sava yanıt verecek yeterliliği yoksa ya da o konunun tartışılması işine gelmiyorsa hasmının istenmeyen, olumsuz, kötü bir özelliği olduğunu ileri sürerek savının yanlış olduğu sonucuna varır. Tartışmayı bir tür balıkçı kavgası sayanların, laf ebelerinin sıklıkla başvurduğu, hatta başlıca tartışma yöntemi olarak yeğlediği bir yaklaşımdır. Ne yazık ki kimileri bu yöntemi bir tür ustalık, bir tür başarı ölçütü olarak benimseyebilmektedir.

Aristo bir tezi ya da düşünceyi tartışanlarla, kişilere saldıranların ayırdına varan ilk düşünür olarak bilinir. “Sophistical Refutations” adlı çalışmasında soruyu soranın kişiliğini incelemeye kalkışmanın yanlışlığını ayrıntılı olarak değerlendirmiştir. Bilinçsiz bir yanlışlık sonucu ortaya çıkarsa “mantık yanılgısı” olarak kabul edilir. Klasik mantık kitaplarında değinilen bu biçimde herhangi bir “kasıt” yoktur. Hekim ve düşünür Sextus Empiricus antik dönemde yanıltma amacı olmayan kişiye yönelik kanıt ya da sav örneklerini sunar. Bu savlar eytişimsel (diyalektik) bir izlemin (stratejinin) parçası olarak karşıt düşüncelerin geçersizliğini göstermek için yine onların kavram ve varsayımlarını kullanmaya dayanır. Bu da bir tür kişi karşıtlığıdır ama kişiye ya da kişiliğe yönelik bir saldırı söz konusu değildir. Ancak hasmın savlarının kanıtlar ve diğer tartışma öğeleriyle çürütülmesi yerine onun kişiliğine saldırıldığında düşünsel tartışma kulvarından uzaklaşılmaktadır.

Sonuç olarak saptırsaldır “konuşulan ya da tartışılan kişinin düşünce, sav ya da konusunun özüne değil onun kişiliğine, eğilimlerine ya da başka özelliklerine saldırarak karşılık verdiği söylemsel bir izlemdir.” Giderek niteliksiz politikacıların kalabalıkları düşünsel boyuttan uzaklaştırarak saldırganlaştırmaya yönelik olarak kullandıkları düzeysiz bir yöntem haline geldi. Konuyu özle ilgisi olmayan bir yöne saptırarak gerçek bir tartışmayı engellemeye yaramaktadır. Biri herhangi bir sav ya da görüş belirttiğinde; karşısındaki onun “hoşlanılmayan” bir özelliğini ileri sürerek söylediğinin yanlış olduğu sonucuna varır. Hedef alınan kişinin inanç ve yaklaşımlarıyla ilgili tartışmaları dayanak yaparak kitleleri, onun düşüncelerinin geçerli olmadığına inandırmayı amaçlamaktadır. Mantıklı bir tartışma süreci istenmediğinden, akıldan çok duygulara ya da önyargılara hitap eder. Büyük bir olasılıkla karşı savla ilgili söyleyebilecekleri bir şey de yoktur. Bu kişiler için bir sava, görüşe, düşünceye karşı çıkmanın en yaygın yollarından biri, karşıt görüş ileri sürene saldırıp düşünsel özü ortadan kaldırmaktır. Temel amaçları kendi savlarının sorgulanmasına olanak vermeden izleyicileri kandırmak ya da koşullandırmaktır. Sir Thomas Beecham’ın, Beethoven’la ilgili olarak söylediği “Onun kuarteti bir sağır tarafından yazılmıştır, bu nedenle sağırlarca dinlenmelidir” sözü örnek verilebilir.

Siyasi tartışmalar, masa başı tartışmaları, aile içi tartışmalar, satıcı-alıcı tartışmaları kısacası günlük yaşam saptırsaldır örnekleriyle doludur. Yozlaştırılmış hukuk sistemleri nedeniyle yargılamaların, hükmü önceden belli ceza ve aklama oyunlarına dönüştürüldüğü ülkelerde suçlama savları, saptırsaldırların kanıt olarak kullanıldığı uygulama alanları haline gelmektedir. Sözgelimi bir cinayet davasının avukatı “görgü tanığının madde bağımlısı olduğunu, bu nedenle güvenilmemesi gerektiğini” söyleyebilir. Tacize uğrayan bir kadının “gecenin o saatinde neden sokakta olduğunu” sormaya kalkan mantık daha korkunç bir örnektir. Bu yaklaşım; tacizciyi korumaya yönelik bir kötüye kullanımdır.

Akıl ve sağduyu bu tür saptırmaların oyuncağı olmamalıdır.

 

cevresagligi.org’da yayımlanan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir