Görülen lüzum üzerine tekrar: “ESKİ HOCALARINIZI ANMA TOPLANTILARINDA NASIL KONUŞABİLECEĞİNİZE DAİR HER ZAMAN HER KOŞULDA GEÇERLİ BİR KONUŞMA ÖRNEĞİNİ SİZE ÖĞRETİYORUM” /Kamil Hüsnüyusufkuşugiller

Ey sevgili okuyucular.

Kimi zaman sizleri yetiştiren, ülkeye büyük hizmetler eylemiş hocalarınız vefat eyledikten sonra anma törenlerinde yapacağınız konuşmalarda sıkıntı çekenler olabileceğini biliyorum. Ama ben bu tip bütün anma toplantılarında yapılan konuşmaları büyük bir dikkat ve özenle izlemiş bir ünlü kişi olarak sizlere yardımcı olmayı vazife telakki eyledim. Aşağıda sunacağım konuşma örneği belki de yüzyıllarca söylenegelenlerin ve bundan böyle yüzyıllarca söyleneceklerin emsalsiz bir reviewu olarak bir yere saklanmak lazım gelir. Ki günü gelince çıkarıla, bakıla ve sıkıntıya duçar olunmaya.

Söze orada bulunanların hepsini teker teker anarak başlamakta yarar bulunmaktadır. Sözgelimi “Sayın Bakan, Sayın müsteşar, Sayın Ahmet, Sayın Mehmet… ” diyerekten bütün muhterem zevat sıralanır. Son heceler vurgulanır ve virgüllerde duraklanır. Hatta gelmekliği lazım gelen ama gelemediğini beyan eden muhterem zevat ta en azından sanal olarak zikredilir. Çünkü ne olur ne olmazdır. Söz konusu kişilerin hangi işte hangi nedenle taş koyabileceği bir bilinmez muamma olduğundan bu konuda azami hassasiyeti göstermekliğiniz lazım gelir. Muhterem olmayan zevat ise topluca “ve sayın katılımcılar” olarak eklenerek geçiştirilir. Malumaliniz “ve” bağlacı aslında teker teker bir işe yaramayan ancak onlar olmaksızın hiç bir toplantı, uygulama ya da eylemin gerçekleşemeyeceği masum kalabalıkları ve muhterem ritim saz çalıcılarını en sona eklemekte kullanılmak üzere geliştirilmiş iki harfli bir sözcüktür.

Daha sonra Rahmetlinin yaptığı her güzel işin, her başarılı işin aslında size danışılarak yapıldığını, biraz eleştirilecek işleri varsa onu size danışmadan yaptığı işler olduğunu ima eden tümceler sıralanır. Sözgelimi şöyle söylenir:

-Ben asistan iken rahmetli Profesör ve Bölüm başkanıydı. Her zaman beni odasına çağırır:

“Oğlum Ahmet, şu konuda bir türlü karar veremiyorum, sen ne dersin?” diye sorduğunu vurgulamanız gerekir. Siz de demişsinizdir ki:

-Bak hoca! Böyle böyle… Böyleyken böyle yaparsan yanlış olur… Ammmaaa şöyleyken şöyle yaparsan doğru olur. Ki sizin böyle yapmaklığınız lazım gelir.

Bunun üzerine hocanın kalkarak ellerinize sarıldığını :

-Sağol Ahmet, beni büyük bir müşkilden kurtardın diye gözyaşları içerisinde kapıya kadar uğurladığını anlatırsınız. Tabi dinleyiciler olayın gerçek yüzünü biliyor olabilirler. Çünkü aslında Hoca sizi odasına çağırmış:

-Geçen gün toplantıda yaptığın o saçmalıklar ne evladım? Hiç mi okumuyorsun?  Kulaktan dolma bilgi ile konuşmak doğru değil! demiştir. Siz:

-Ama efendim kanaatimce… diye hık mık ettiğinizde:

–Kerata bilmeden fikir sahibi olunur mu, al kanaatini çık dışarı, bir daha öyle saçmalarsan bacaklarını kırarım senin! diye kovmuştur.

Olsundur. Ne olmuşsa olmuştur. Artık o rahmetlidir. Siz ise rahmetlinin anma töreninde konuşma fırsatını hasbelkader ele geçirmişsinizdir. Video kasetlerin olmadığı o çağda kim bilecek, kim anımsayacaktır. “Bire bir konuşmaların belgesi molur, zepevenk” dememiş midir, bir sayın büyüğümüz!

Ondan sonra araya rahmetlinin siz doğmadan önce yaptığı işler dahil her adımını sizin verdiğiniz talimatlar dahilinde yapmış olduğunu özellikle vurgulayan tümceler sıkıştırırsınız. Rahmetli sağlığında neye karşı ise, şimdi o karşı olduğu şeyleri rahmetliyi anmak üzere uygulamaya soktuğunuzu özellikle belirtmekliğiniz uygun olacaktır. Onu mezarında rahat uyutmamak için ne lazım gelirse söylemelisiniz. Nasıl olsa ömrünü işe vermiş, o toplantı senin bu toplantı benim onu bunu yağlamamıştır. Nasıl olsa lafını sakınmadığı için doğru dürüst dostu da olmamıştır. Çok ilginçtir. Bu gibi anma toplantılarında o kişinin gerçek dostlarının çok azı konuşma imkanı bulur. O fıkaralar konuştuklarında Rahmetli’nin gerçek düşüncelerini dile getirmeye, başardığı işleri hangi engellere rağmen başardığını anlatmaya çalışırlar. Ama emin olun onların ki gürültüye gidecektir.

Zamanında onun kurduğu hizmet kuruluşlarına ancak tesadüfen ve yağmurdan ıslanmamak için girdiğiniz halde, oralarda nasıl cansiperane çalıştığınızı anlatmalısınız. Rahmetli ne söylemişse söylememiş gibi, ne söylememişse söylemiş gibi yapmalısınız.

-Bu büyük insan, bir gün az kaldı yanılıyordu… onu bir kenara çektim… “Aman ha… , sakın ha! Seni… seni… seniii… ” dedim dersiniz.

Ola ki o toplantıya katılan bazı saf kişiler, sizin ağarmış saçlarınıza ve Rahmetlinin de resmindeki ağarmış saçlarına bakarlar da gerçek sanabilirler söylediklerinizi. Böylece bu kişiler:

-Ulan, sen sağlığında Rahmetli’ye bu sözleri söylemek bir yana, yanına uğrayamazdın, suratına tükürür diye karşısına çıkmak istemezdin diye düşünmeyecektir.

Onun özelliklerini vurgularken siz:

-Elma kompostosunu severdi dersiniz.

Bir diğeri:

-Armut kompostosunu daha çok severdi der.

Bir diğeri:

-Erik kompostosuydu sevdiği der.

Aslında konuşanların derdi ne elmadır, ne armuttur, ne eriktir. Kompostodur. Ama onu bilen bilir ki Rahmetli komposto sevmezdi. Ama olsundur. Komposto işi sizin için önemlidir. Dinleyenler sonunda komposto işini unutur, üçe ayrılarak üç türlü düşünmeye başlarlar:

“Herhalde elma kompostosunu seviyordu”

“Herhalde armut kompostosunu seviyordu”

“Herhalde erik kompostosunu seviyordu”

Hatta dinleyenler zamanla “Rahmetlinin erik kompostosunu sevdiğini düşünenler” “Rahmetlinin armut kompostosunu sevdiğini düşünenler” “Rahmetlinin elma kompostosunu sevdiğini düşünenler” diye gruplara ayrılacak, birbirleriyle kanlı bıçaklı olacaklardır.

Sonunda komposto tartışılmaz olur. İnsanlar elma, erik armut tartışırken siz kompostonun size sağlayacağı nimetlerden bol bol yararlanırsınız.

Daha sonra konuşmanızı bağlamaya gelir sıra. Rahmetlinin ölürken bütün dünyadaki işleri size emanet ettiğini vurgulayarak tamamlamalısınız konuşmanızı. Sözgelimi şu gibi tümceler bu açıdan özellikle yarar sağlar:

-Ölmeden önce beni çağırdı… Bak Ahmet dedi… Bu dünya fani… Ama biliyorsun bir sana güvenirim… Benden sonra bunları ancak sen başarabilirsin…

-Bir gün hasta iken ziyarete gitmiştim… Rahmetli ölmeden önceki günlerinde her gün beni görmek isterdi… (Oysa kapıya sizi görmek istemediğini, bir bahaneyle savulmanızı tembih etmiştir). Bir gün odasına gittiğimde kalkmak istediğimde elimden tuttu… Biraz daha otur, ne olur dedi… Nedenini anlayamadım ama, kıramadım. Herkes gittikten sonra: “ Ahmet benim durumum iyi değil… Ama çok şükür ki sen varsın… Onun için içim rahat… “ dediğini söylersiniz.

Sözlerinizi bağlamaya sıra gelmiştir. Titreyen bir sesle:

-Ey aziz insan… sen merak etme… senin bana emanet ettiğin görevi başarıyla yürütüyorum… diye haykırır, o anda çıkarınıza uygun ne halt ediyorsanız, sadece onun hatırı için yaptığınızı vurgulayarak kürsüden inersiniz. Dinleyenler en azından artık sustuğunuz için sizi alkışlayacaklardır. Eğer ödenekli bir kuruluşun akçalarını savurma imkanınız varsa, bu konuşmaları basılı metin haline getirin. Çünkü gelecekte bu basılı metinleri okuyanlar söylediklerinizi gerçekmiş gibi algılayacaklardır.

Ey okuyucu:

Bu değerli konuşma örneği bir çok kompozisyon ve hitabet kitabına geçecektir elbette. Hatta ben bu konuşmanın taslaklarını Rahmetliye gösterdiğimde, heyecanlanmış:

-Aman şunun bir karbon kopya daktilosunu çıkarttırayım! demişti. Malumaliniz o zaman bilgisayar mı vardı ki “kopyala yapıştır” yapsın! Ama daha sonra karşılaştığı bazı sorunlara yönelik fikirlerimi rica eylediğinden ben ona gerekli açıklamaları yapmaya başlamıştım. Böylece bu konuşma metnini ona verememiştim. Rahmetli ben ne söylersem not alır, bir kelimesini kaçırmazdı. Çoğu yazısını o notlara dayanarak yazdığını söyler, bana olan minnetini her zaman ifade ederdi.

Nur içinde yatsın.

Onun “ben bu kadar veciz bir hitabet planı görmedim” diye hayranlığını gizlemediği bu yazıyı sizlere sunarak, onun hatırasına bir nebze de olsa katkı yaptığım için mutluyum.

Sizi her zaman seven

Kamil

 

 

cevresagligi.org’da yayımlanan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir