Yalancılık başlı başına bir iştir ve iyi bir bellek gerektirir. Lincoln “Kimse başarılı bir yalancı olacak kadar güçlü bir belleğe sahip değildir” der. Günümüz teknolojisi yalancılığı daha da güçleştirmiştir. Kim olursa olsun biri yalan söylemeye kalktığında cep telefonunda kayıtlı ses ya da görüntüsünü burnuna dayayıverirler. Bir kişinin yalanının ortaya çıkmasının utandırıcı bir durum olduğu varsayılır!
Yalan söylediğinin ortaya çıkmasını sorun etmeyen herkes istediği kadar yalan söyleyebilir! Al Pacino “Ben her zaman doğruyu söylerim. Yalan söylediğimde bile!” der karamizahıyla. Victor Hugo demişti: “Az yalan söylenemez, yalan söyleyen her yalanı söyler!” Kısacası yalan sınırının aşılması insanı “seri yalancı” yapar aynen “seri katil” gibi. İşlevleri farklı değildir. S.E. Hinton ise 15 yaşında iken yazdığı Dışarıdakiler’de “Ben hep kendime yalan söylerim. Fakat asla kendime inanmam” demişti. Ancak Holly Black işin sırrını farklı verir: “Kendiniz de inanana kadar yalan söyleyin-yalancılığın gerçek sırrı budur!” Cumhuriyet düşmanları bu sırra ermişlerdir, uydurur, uydurduklarını inanç haline getirir ve sonraki yalanlarına dayanak yapmaya çalışırlar.
Sosyal medyada örgütlü yalan üretim merkezlerine yuvalanmış taşeronlar efendileri adına yalan üretme yarışındalar. Kimilerine göre bunlar “standart ücret artı prim” esasına göre çalışıyorlar. “Prim” yalanın boyutuyla ve işleviyle orantılı tabii! Arthur Collon “Dünyadaki mutsuzlukların yarısı gerçekleri saklamaktan ve yalan söylemekten kaynaklanır” dese de mutluluğu iftira boyutunda yalanlarda bulan bir sosyal medya örgütlenmesi korunuyor ve görmezden geliniyor olmanın şımarıklığı ile azıttıkça azıtıyor. Dostoyevski “Ne garip, sevdiğimiz insanların her yalanında bir doğru, sevmediğimiz insanların her doğrusunda bir yalan ararız” diyor ya, sanki onun saptadığı insan özrünün arsızca istismarını hedefleyen bir kötülük örgütü kurulmuş.
Neden yalana hoşgörü bu kadar arttı? Kimilerimiz “aptal yerine konulmaktan” özezer bir doyuma mı erişir olduk? Geçenlerde bir tanıdığım “politikada kimi zaman beyaz yalanlar söylenir” gibisinden açıklamalar yapmaya çalışmıştı. Ne beyaz yalanı? Beyaz bu kadar mı aklanıp paklanmayacak derecede kirletilir? Noam Chomsky’nin “İnsanları kandıranlarla ilgilenmiyorum. Kendilerini kandıranlara yardım etmeliyiz” diye uyarması bundan olmalı. Bizi kandıranları biliyoruz, kim ki kendilerini kandıranlar?
Atalarımız “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” demişler. Sakın bu sözü yalana ve yalancılığa karşı bir güvence olarak almayın. Yalan söylediği anlaşılanlar için toplum vicdanında bir yaptırım yoksa bir anlam taşımaz. Kimi yerlerde “Kızı alıncaya kadar her yalan mubahtır” derler. Kızların gözlerini dört açmaları için bundan iyi gerekçe mi olur? Freud diyordu: “Bana yalan söylenmesine kızmam da yalanı daha söylerken açığa çıkacak kadar akılsız birinin beni kandırmaya çalışmasına kızarım” demiyor mu?
Belli kültürel düzeye ulaşmış, sorgulayıcı beyinlere sahip bireylerden oluşan toplumlarda yalancılığa karşı önemli ilkesel yaptırımlar vardır. Nietzsche “Bana yalan söylediğinize üzülüyor değilim ama bundan böyle size asla inanamayacağım için üzgünüm” der, Shakespeare ise “güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez” sözüyle destekler onu. Destekler de kimilerince onlara verilecek yanıt hazırdır: “Sen kimsin?”
Lincoln “Bazı insanları her zaman kandırabilirsiniz, herkesi bazen kandırabilirsiniz ama herkesi her zaman kandıramazsınız” diyordu. Bu sadece bir “temenni” mi yoksa?
cevresagligi.org’da yayımlanan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir