“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. İlim ve fennin gösterdiği yol dışımda hareket cehalettir, dalalettir, hıyanettir” (Atatürk).
Akademik çevre, akademideki her türlü etken ve süreçleri birbirine bağlayan bir bağlam olarak tanımlanır. Bu çevre öğretici ve öğrenicilerin etkin bir biçimde çalışma ve iyiyi yapabilme becerilerini büyük ölçüde artırabilir ya da önemli ölçüde azaltabilir. “Artırma derecesi” var olan “akademik özgürlük derecesiyle” doğru orantılıdır. Akademik çevre sorunlar değil, sorular yaratan bir sosyal çevre bileşeni olarak kabul edilir.
Akademik özgürlük olan ülkelerde üniversite öğretim üyelerinin araştırma, soruşturma, sorgulama özgürlükleri akademi olmanın temeli, bu işlerin de akademinin dolayısıyla akademisyenlerin başlıca görevi olduğuna inanılır: Öğretim üyeleri her türlü medyada; ister sosyal, yazılı ve görsel medya isterse bilimsel dergilerde kurumsal kısıtlamalardan ve cezalandırılmaktan korkmaksızın konuşup, yazabilmeli, düşüncelerini açıklayabilmelidir.
Bilim insanlarının düşüncelerini ve gerçekleri herhangi bir baskı, işten atılma ya da tutuklanmaları söz konusu olmaksızın öğretme ve anlatma özgürlüğüne akademik özgürlük denir. Bu düşünceler dış politik gruplarının, politik güç ve yetki sahiplerinin görüşlerine bütünüyle ters olabilir. Akademinin özünde muhalefet vardır, bu muhalefet uygarlığın itici gücüdür. Şemsiye yapmak yağmura, uçak yapmak yerçekimine muhalefettir.
Kimi görüşler dinsel, politik ve sosyal gündeme tehdit olarak algılandığında bilim insanlarının kolunun kanadının kırılması üniversiteleri akademik eyyamcıların çöplüğü haline getirir. Her yıl neyi belgelediği, ne işe yarayacağı belli olmayan diplomalar dağıtırlar. Gençlerin, ailelerin ve toplumun umutları sömürülür. Öncelik bir biçimde gelişmiş ülke kurumlarından diploma almış olanlarındır. Ülkenin kendi üniversitelerinden alınan diplomalar ise adeta ömür boyu işsizlik belgesidir. Bir gün atanabilme umuduyla “ne iş olsa” yapacaklardır ömür boyu! İnsanlar felsefe bölümüne bile bürokratik bir göreve atanma umuduyla girer ve bu gibi ülkelerde orta öğrenim felsefe derslerinin “yararsız olduğu kanaatine varıldığından” kaldırabildiği görülmüştür.
Kimi zaman akademik ve ifade özgürlüklerinin kapsamları aynı sanılır. Akademik özgürlük, bunun önemini kavramış olan ülkelerde ifade özgürlüğünün çok ötesindedir, sınıfta ne öğretileceğine karar verme hakkını da kapsar. Gelişmekte olan ülkelerde “bilimsellik” maskesi takmış kimilerinin hazırladığı kalın kalın müfredatlar bu hakkı kısıtlamaya yöneliktir. Bu “müfredata” baktığınızda ilkokullardaki gibi “söyleme, yazma, söyleme-yazma” tanımlı bilgilendirmenin biçimlendirdiği birçok alt-başlık görürsünüz. Akademik eğitim müfredatları bilimsel ilkeleri ve genel konu başlıklarını kapsar, alt ayrıntılara inmek “akademiyi” gelişmekte olan ülkelerin orta öğrenim kurumlarına dönüştürür. “Müdüre” ağzınızdan çıkacak her söz için kulağınızı çekme hakkı verir. Üniversiteler dizginlenmesi, denetim altında tutulması gereken sorun kaynakları olarak görülmeye başlanır. Diploma dağıtmanın ötesine geçmeye çalışanlara “hadlerinin bildirilmesi farz olur!” Mevzuat altyapısı da tamamlandıktan sonra “Bana benden olur her ne olursa/ Başım rahat olur dilim durursa!”
Güç sahipleri öfkeli bir yıldırma süreci başlatırken işlerine gelmeyen “tezlerin” bilimsel “karşı-tezlerini” bile baskıladıklarının hiç farkına varmazlar. Yani düşünce ve katma-değer üreten “diyalektik süreci” öldürürler.
Oysa 17 Şubat 1600 tarihinde engizisyon kararıyla Roma’da yakılarak öldürülen İtalyan filozof, rahip ve gökbilimci Giordano Bruno şöyle diyordu: “Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım”.
Einstein “Benim akademik özgürlükten anladığım gerçeği araştırma, doğru olduğunu düşündüğünü yayınlama ve öğretme hakkıdır. Bu hak aynı zamanda bir görev ve sorumluluk verir: Doğru olduğu sonucuna varılanın herhangi bir bölümü gizlenemez” sözüyle özetler gerçek akademik özgürlüğü.
İfade özgürlüğü ve akademik özgürlükten söz ederken üçüncü bir özgürlük de gündemde olmak zorundadır: Öğrenme özgürlüğü. ABD Yüksek mahkeme yargıcı William Orville Douglas “İfade özgürlüğünün en önemli yanı öğrenme özgürlüğüdür. Eğitim bütünüyle sürekli bir diyalogdan- ufuktaki her problemi izleyen sorular ve yanıtlardan ibarettir” diyor. Doğal olarak akademinin ufkunda görülenler günü kurtarmaktan başka bir derdi olmayanların “ertesi günü” için öngörülenlerden çok farklıdır. Üstelik bu görülenler kimilerince görülmesi istenmeyen, sıkıntı verici ve aykırı olabilir. Bütün bunlara rağmen A.Camus’nun dediği gibi “özgürlük daha iyi olabilme fırsatından başka bir şey değildir”…
Keçecizade İzzet Molla şu dizeleriyle bu durumu çok önceden saptamıştır:
“Meşhurdur ki fisk ile olmaz cihan harap
Eyler onu müdahane-i aliman harap”
Yani
“ Dünya kötülüklerden batmaz
onu mahveden alimlerin ikiyüzlülüğüdür”
Kimi ülkeler akademik çevre süreçlerinin ürettiği sorular sorun olarak algılandığında akademik özgürlükler hedef alınır ve akademisyenler ağır bir baskı altında tutulmaya çalışılır. Akademik özgürlükten yoksun bırakılmış akademik çevrelerde kimileri ya dalkavukluk yarışına girerler ya da yükselmelerinde giderek “tek ölçüt” haline gelecek olan “ülke dışı aferinlerin” peşine düşerler. Ne diyordu 2000 yılında yayımlanmış olan şu şiir:
YURTDIŞI YAYIN
aslında bizde
yurtdışı yayın dediğinin
yeğenim
bir kısmı ofşor
bir kısmı
hayali
ihracat
cevresagligi.org’da yayımlanan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir