Çevre dışımızdaki her şeydir. Sağlık kalıtsal yapımızla çevrenin etkileşimim sonucudur. Örgün eğitimde çevreyi biyolojik çevre, fizikojeokimyasal çevre ve sosyal çevre ögelerine ayırarak tartışırız. Bu yaklaşım söz konusu çevre ögelerinin birbirinden bağımsızmış gibi algılanmasına neden olabilmektedir. Oysa bu ögeler karşılıklı etkileşim içerisindedir.
Çocuk gelişimi, ana babanın eğitimi, ev ve okul çevresi, beslenme durumu, sosyoekonomik durum, aile büyüklüğü ve doğum sırasından etkilenmektedir. Çocuk gelişimi ve bu etmenler çocuğun çevresel olumsuzluklardan etkilenimiyle de yakından ilişkilidir.
İnsanın döllenmeden başlayarak gebelik süreci, doğum, bebeklik, ergenlik ve erişkinliğe doğru giden gelime süreci çevresel etkilenimlere karşı duyarlılığını kolaylaştırmaktadır. Her gelişim aşamasını çevresel özel etkilenimlerin tehlikelerine açılan bir kapı gibi de görebiliriz. Özellikle örselenebilirliğin arttığı bazı dönemlerde etkilenim tersinir olmayan kalıcı zararlara yol açabilir. En örselenebilir grupların başında çocuklar gelmektedir. Çocuklar bir toplum kesimi değil, bir gelişim evresini temsil ederler. Gelişim evrelerinin bir dönemindeki etkilenim daha sonraki evreleri de etkiler.
Çevresel olumsuzluklar çocuklar daha anne karnında gelişmeye başladığı andan itibaren etkilemeye başlar. Hatta anne ve babanın bir takım çevresel etmenlerin etkisi altında kalmış olması döllenme sürecini de olumsuz etkileyebilir. Avrupa Bölgesi “Çocuk Çevresel Hastalık Yükü” çalışması, doğumdan 18 yaşına kadar çocukların karşılaştıkları hastalıkların üçte birinin olumsuz çevre koşullarına bağlı olduğunu ve bunların çoğunun önlenebilir hastalıklar olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle son on beş yılda çocukların çevre sağlıklarının korunması gerekliliği, birçok uluslararası anlaşma ve bildiride yer almıştır.
Çocuklarla yetişkinler arasındaki büyük farklılıklara karşın çevre ile ilgili yasal düzenlemelerin neredeyse tümü büyüklere göre yapılmaktadır. Tehlike sınırları yetişkinlere göre belirlenmekte, standartlar yetişkinlere göre konulmakta; sonuçta çocuklara özgül çok tehlikeli koşullar göz ardı edilmektedir. Ayrıca birçok çevresel etkenin çocuklara etkileri konusunda da yeterli çalışma yapılmış değildir.
Çocukların kendilerini anlatma güçlerinin sınırlı olması, oy potansiyellerinin olmaması; kararların büyüklerce verilmesi, politik bir baskı grubu olarak herhangi bir etkilerinin olmamasına yol açmaktadır. Anne babalar sosyal çevre etmenlerinin zorlaması nedeniyle, “çalışma mutluluğunu” düşleyemezler bile. “Ne iş olursa olsun bir iş bulabilme” kaygısı çocukları yorgun ve gergin anne baba akşamlarına mahkûm etmektedir. Bu durumda çevre güvencesine yönelik kaygılar “tuzu kuruların fantezisi” gibi algılanabilmektedir. Birçok mevzuat düzenlemesi ortalama 70 kg ağırlığındaki bir erkeği esas alarak düzenlenir. Bu nedenle çocuk ve kadınların korunmasıyla ilgili önemli yetersizlikler ortaya çıkar. Çevresel etkilenimle ilgili kararların büyüklerce verilmesi, ekonomik etmenleri ön plana çıkarırken, izleme sistemlerinin çocuğa yönelik etkinliğini azaltır.
Sonuçta yetişkinler için tasarlanmış bir dünyadan, çocuklar çok farklı biçimde etkilenir. Erişkinlerle ilgili düzenlemeler çocukların güvenli bir çevrede yaşamalarını sağlayacak yeterlikte olamamaktadır.
Ulusal politikalar çocuk öncelikli, koruyucu hekimlik uygulamalarına ağırlık veren, korumaya yönelik araştırmaları özendiren; sağlık meslek elemanlarının, politika belirleyicilerin ve toplumun koruyucu stratejiler konusunda eğitimine ağırlık veren, çocuklara yönelik çevresel tehlikelerle ilgili gerekli kamuoyu bilincinin oluşturulmasını hedefleyen biçimde belirlenmelidir.
İlk kez Atatürk ve kurduğu Cumhuriyet, çocuğu adam yerine koymuştur. Onları salt karınları doyurulup, giydirilecek varlıklar olmaktan çıkarıp eğitimleri, yetiştirilmeleri ve geleceklerinin aydınlık olması için sorumluluk duyma süreci Atatürk ve Cumhuriyetle başlamıştır. Bu sayede şanslı ve seçilmiş küçük grupları değil tüm ülke çocuklarına eşit eğitim fırsatı yaratabilmek için tüm olanakların seferber edilmiştir. İlk kez Atatürk ve Cumhuriyet çocuğu sosyal, biyolojik ve fizikojeokimyasal çevre ögeleriyle bir bütün olarak ele alma gereksinimi duymuştur. Bu nedenle yasama organının açılış gününü “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak kabul edilmiştir.
Yasama organı “Ulusal Egemenliğin temsilcisi” ise çocuğu adam yerine koyma sürecine geri dönmelidir.
cevresagligi.org’da yayımlanan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir
Sevgili Çağatay Ağabey,
Çok önemli temel bir eksiğe parmak basmışsın. Bütun düzenlemeler 70 kg yetişkin erkeğe göre demişsin ya bu erkek, aynı zamanda boyu, ayakkabı numarası bilinmeyen ama 1.70 cm’den kısa; 55-60 yaşından küçük, her hangi bir yeti yitimi olmayan (yani gözü kartal gibi gören, bütün organları yerinde, kulağında işitme kaybı olmayan vb) yani sağlam bir erkek.
Dolayısıyla gebe kalmaz, topuklu ayakkabı giymez.
Okurlarına baskısı bittiyse e-sahaf yoluyla getirtebilecekleri ve beni çok etkileyip düşündüren TÜBİTAK popüler kitaplarından bir kitap öneririm: Doğadaki Son Çocuk, Richard Louv.