1977’de Somali’de bildirilen çiçek hastalığı olgusu dünyadaki son çiçek hastalığı olgusuydu. İlk kez büyük bir halk sağlığı belası bütünüyle ortadan kalkmıştı. Dünya Sağlık Örgütünün o zamanki yöneticisi Dr. H. Mahler, çiçek hastalığını “tıbbın değil, yönetimin bir zaferi” olarak nitelendirdi. 1978’de Kenya’da yapılan bir toplantıda çiçek hastalığı programını yöneten Donald Henderson’a ortadan kaldırılma sırasının hangi hastalığa geldiği sorulduğunda duraksamaksızın “ortadan kaldırılması gereken bir sonraki hastalık kötü yönetimdir” demişti. Covid19 uluslararası salgınında yaşanılan sorunlar kötü yönetimden kurtulmanın aslında bir ön koşul olduğunu ya da kötü yönetimin hala ortadan kaldırılamadığını göstermektedir.
Kötü yönetimler kötü yöneticilerin eylemi olduğu kadar kötü sistemlerin de sonucudur. Ahmet Emin Yalman anılarında anlattığına göre Sultani (Galatasaray) Eski Müdürü, Maarif eski Nâzırı, tarihçi Abdurrahman Şeref Bey, şu sözleri tekrar eder dururmuş: “Allah bir köyü harap etmeye niyet ederse, ilk önce orasını idare edenlerin aklını alır.”
Tek bir ağızdan çıkan “yapılmayacak” “olmayacak” talimatlarının yarattığı karmaşa basit bir olayı bile bir sorunlar yumağına dönüştürebilir. Bilim insanları birtakım aklıevvellerin kazdığı gereksiz hendeklere köprü yapmaya çalışmaktan başka bir şey yapamaz hale gelirlerse, onlardan temel sorunla ilgili gerçekçi çözümler beklemek boşunadır. Oysa özgürlük “birilerince güdülmenin önlenmesi” olarak tanımlanır. Son kararı hep verilecek talimata bağlarsanız en hayati kurulları bile verilecek talimatları onaylayacak oy çokluğunu sağlayacak bileşimde oluşturabilirsiniz. Yıllardır tekrarlayıp durduğumuz gibi “bilimsel kararlar oy çokluğuyla verilmez ve talimatla belirlenemez”.
Yaşam herkesin her gün, her an seçimler yaptığı bir süreçtir. “Herkes seçiminin meyvesi varsa toplar, cezası varsa çeker” denir. Bu görüş kimilerince salt çıkarlarına odaklanma hakkı gibi algılanıp, her türlü değer duygusunu ve vicdanı bir yana bırakabilmektedirler. Böyleleri güç sahiplerinin düşünen kafalara karşı kurdukları linç ağına katılma konusunda hiç duraksamazlar.
Teknolojinin sağladığı bütün olanakları kullanmaktan kaçınmayan algı yönlendirmeleri; gizli açık, dolaylı dolaysız propaganda ve reklamlarla toplumun sağlıklı bir seçim yapmasını engellemeyi amaçlıyor. Bu süreç kimi zaman hiçbir ilkesi olmayan bir yargısız infaz kalabalığı ile desteklenebilmekte. Bu yolla en teknik açıklamalar bile yerleştirilen yalanlarla propaganda aracına dönüştürülebilir. İnsanların seçimlerinin sonuçlarından sorumlu olduklarının bilincine varmalarını da engellerlerse amaçlarına daha kolay erişebilirler. Sonunda zaten seçim yapma gibi bir haklarının olmadığı, yapmaları gerekenin “onlara söyleneceği” koşullanması gelecek. Cenap Şahabettin “uyruklanma (istibdat) her aciz milletin siyasi cezasıdır” der.
İngiliz liberal tarihçi ve ahlakçı John Emerich Acton biçimi ne olursa olsun “kötü devlete direnmeyi” savunan ilk modern düşünürlerdendir. Bir mektubunda “her iktidar yozlaşma eğilimi taşır, mutlak iktidarın yozlaşması ise kaçınılmazdır” diyordu. Acton, vicdanın özgürlüğün kaynağı ve vicdani kararların devletinkilerden üstün olduğuna inanıyordu. Ona göre “Tanrı huzurunda devletin eylemlerinden sorumlu olan ulustur”. Bu tarih huzurunda da böyledir.
Kim hangi uzmanlık yaklaşımıyla, hangi soruna kafa yormaya başlarsa başlasın temel sorunun “kötü yönetim” olduğunu anlayacaktır. Korona süreci tün dünyada bu gerçeği ortaya koymuştur. “Kötü yönetim” sorunu çözülmeden hiçbir sorunun sağlıklı bir çözüme kavuşturulamayacağını da…
cevresagligi.org’da yayımlanan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir