Ekim ayının ilk günü Dünya Yaşlılar günüydü ve ne kadar çabalasak yaşlılarla ilgili çevresel sorunları kamuoyunun gündemine taşımayı başaramadık. Yaşlı sorunlarının birçok boyutu var. Çevrenin biyolojik, fizikojeokimyasal ve özellikle sosyal boyutuyaşlılarda çok önemli sorunlara yol açmakta.
Gelirin azalışı, ailesel ve sosyal desteğin zayıflaması, yetersi konut vb durumlar sorunların ağırlaşmasına yol açar. İnsanlar yaşlandıkça fiziksel ve fizyolojik işlevler yavaşlar. Duyusal algılama da geriler. Yaşla birlikte ortaya çıkan olağan gerilemelere eşlik eden hastalıksal süreçlere bağlı görme sorunları, işitme sorunları, bellek gerilemesi, öğrenme ve anlama güçlükleri, el ve parmak kullanma becerilerinin gerilemesi, bedensek şl yapabilme kapasitesinin azalması, yardım ya da gözetim gerektiren ustinsel hastalıklar, süreğen ya da yineleyen ağrılı durumlar vb. yaşamı yaşlılar için zorlaştırmaktadır.
Toplumlar kentleşme sürecinde çekirdek aileye kaydıkça yaşlılarla ilgili problemler ön plana çıkmaktadır. Yaşlı alışılagelen geniş aile içerisindeki işlevlerini yitirmekte, onları yaşama bağlayan birtakım uyartılar ortadan kalkmaktadır. Yaşlıların yalnızlığı, beraberinde sosyal ve ekonomik bir takım stres faktörlerini de birlikte getirmektedir. Sonuçta olanak bulan yaşlılar çözüm olarak bir yaşlılar evine sığınmayı “seçmektedir”. Yaşlılar evi birçok açıdan rahatlatıcı bir seçenek olarak algılansa bile başarılı örnekleri sunulan ülkelerde bile kimi yönlerden bir kentleşme sorunu olarak sorgulanmaya başlamıştır. Halk sağlığı gurusu John M. Last şunları söylemektedir: “Daha önceki kuşakların geniş ailelerinin yaşlı bağımlı üyelerini, kişiliksiz yaşlılar evlerine gönderiyoruz ve bizim seçilmiş liderlerimiz, bizim de suç ortaklığımızla, bize bakıp büyüten ve koruyan daha önceki kuşaklardan kalanlara bakım maliyetlerini azaltacak yollar araştırıyorlar…”
Sorunun yaşlılar evi dışındaki boyutu da çok önemli. Yaşadığımız vahşi kentleşme süreci en büyük sıkıntıyı çocuklara, kadınlara ve yaşlılara yaşatıyor. Halk sağlığı açısından kent motorlu araçların değil yaya ve bisikletlilerindir. “Kent motorlu araçlarındır” ilkesini benimseyen kent yöneticileri kenti yaşlılar için bir bezdiri cehennemine çevirirler. Kimi yöneticilere göre yaşlılar istediklerinde kendilerine sağlanacak yardımlarla yetinmeli “o yaşta, haline bakmadan” sokağa çıkmaya kalkmamalıdır!
Yaşlılar hareket bağımsızlıklarını sürdürebilmeli, sosyal bağlantıları azalmamalıdır. Onların toplu taşımdan yararlanmalarını, yürümelerini, yön belirlemelerini, bulundukları yeri tanımalarını ve inecekleri yere karar vermelerini kolaylaştıracak düzenlemeler çok önemlidir
Bir kentin “kentliğini” belirleyen en önemli ölçütlerden biri “yürünebilirliktir”. Kolay anlaşılabilir bir tanımla yürünebilirlik “Bir yaşlının torununun elinden tutarak güvenlik içinde ve rahatça, severek, isteyerek yürüyebileceği mesafedir.” Kimi zaman beş kilometre yürünebilirken, kimi zaman beş yüz metre yürünebilir değildir.
Kaldırımlar araba ve dükkân sergilerinin istilası altında alabildiğine dar, yürünemez ancak sıyrılarak geçebileceğiniz geçitler halindedir. Yetkililer kaldırımların bu durumda olmaları değil sizin kaldırımda yürümeye kalkmanız yanlışmış gibi davranmaktadırlar. Kaldırıma dikilmiş boyca kısa bir trafik levhasına onlarca kişi başını çarpıp yaralandıktan sonra düzeltilmişti. Kaldırım, yükseldiği için böyle oluyordu. Kenarlara ise yaşlıların inip çıkamayacağı yükseklikte kenar taşları koyuyorduk. Asfalt atıldıkça yüksekliğin ortadan kalkacağını söyledi uyardığım yetkililer!
Kimi zaman metro duraklarına giriş ve çıkışları yolun tek bir tarafına yapılmakta. Yolun karşı yanından gelenler onlarca basamak üstgeçidi tırmanıp ya da varsa alt geçidi inip karşıya geçecek sonra metrelerce yürüyüp metro inişlerine erişecektir. Öte yandan toplu taşım araçlarına da “tırmanmak” zorundadır herkes!
Kent içindeki merdivenlerin çoğuna tırabzan eklemeye gerek duymuyoruz. Tırabzana ergonomi uzmanları “üçüncü ayak” derler. Tırabzanlar yaşlılar, hastalar, hamileler, yorgunlar, kimi özürlüler için yaşamsal önemdedir.
Uyarı işaretleri yaşlıların kolayca görebileceği boyut, renk ve karşııtlıkta değildir. Böyle bir gereksinim olduğunun farkında bile olunmadığından eminim. Toplu taşım araçlarının, tarifeleri, son dakika açıklamaları, haritalar vb. “yaşlı gözleri”, sesli uyarılar ise “yaşlı kulakları” adamdan saymaz. Okuryazar olmayanların durumu ne olacaktır hiç bilinmez. Trafik sinyalleri bile sinirleniyor gibidir sürünür gibi yavaş yürüyen “yaşlı bacaklara”.
Güvenlik aydınlatması neredeyse hiç yoktur ara sokaklarda. Çoğu kez kaldırım ya da merdiven kenarı, yağmur suyu ile dolan küçük çukurcukları hiç fark edilmez. Birkaç santimetre derinlikteki bir çukurun çok tehlikeli sakatlıklara yol açabileceğine kimseyi inandıramazsınız. Orhan Veli’nin bile bir belediye çukuruna düşmesini önleyemedik. Düşerken başını çarpmış, birkaç gün sonra da yaşamını yitirmişti.
Kent yöneticileri kentleri sanki standart bir “atletik” “hemşeriye” göre düzenliyor gibiler. Kent düzeni kurulur, bütün sistemler planlanırken salt sağlıklı yetişkinler değil özel gruplar da hesaba katılmalıdır. Yaşlı bir insanın “sokağa çıkma isteğini” gereksiz bir inat olarak görme hakkımız yoktur. Yaşlı hemşeriler de sokağa çıkacak, resmi bir kuruma gidip dilekçe verecek, karşıdan karşıya geçeceklerdir. Yaşlıların evden çıkamadığı bir kent “yaşlı düşmanı” bir kenttir, zamanla bir tür yaşlı hapishanesine dönüşür. Böyle bir kent, yöneticilerine onur kazandırmaz.
cevresagligi.org’da yayımlanan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir